‘..o günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim : atılganca kendi duyguları üstüne ‘abartmalı’ iddialara girmek değil , karşıdakine özenle davranmak , onun arzularına ve ritmine saygı göstermek ; hiçbir şey istememek , verileni kabul etmeyi öğrenmek ; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek ; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca , hiçbir zorlamaya başvurmadan , karşıdakine de yapabilmek. özetle, yalın özgürlük ! cézanne neden sainte-victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı ? her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.
demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. bu iş yakında bitecek olsa da.evet, bazen gelecek uzun sürüyor..’
LOUIS ALTHUSSER
‘..birden kendimi ayakta buluyorum; yüksek öğretmen okulu’ndaki dairemde, yatağın ayakucunda duruyorum; üzerimde sabahlık var. kasım ayının kurşuni günışığı – 16 kasım pazar, saat sabah dokuz suları- soldan, zamanla lime lime olmuş ve güneşten kavrulmuş eski kırmızı perdelerin çerçevelediği yüksek pencereden süzülüp karyolanın ayakucunu aydınlatıyor.
önümde helene var, o da sabahlıklı; karyolanın kenarına oturup geri
kaykılmış durumda, sırtüstü yatıyor; bacakları gevşekçe yerdeki halının üzerine salıverilmiş.
diz çöküp onun üzerine eğiliyorum ve boynuna masaj yapıyorum. hiç konuşmadan onun ensesini, sırtını ve böğürlerini ovduğum çok olmuştu..
ama bu kez boynunun ön tarafını ovuyorum. iki başparmağımı göğüs kemiğinin üst tarafından etin yaptığı çukurluklara bastırıyorum ve öylece basılı tutarak yavaş yavaş birini sağa birini sola, kulakların altındaki sert bölgeye doğru kaydırıyorum..
helene’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri
tavana dikili.
birden dehşete kapılıyorum: gözleri çakılı oldukları yerden hiç
oynamıyor, ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış.
elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş
birinin yüzünü o ana dek hiç görmemişim. yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. peki, nasıl olmuş da?.. birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: helene’i boğmuşum!
yoğun bir panik içinde atlıyorum, son hızla daireyi bir uçtan uca
geçip, yüksek demir parmaklıklı ön avluya inen demir trabzanlı küçük merdiveni uçarcasına iniyor ve, gene koşa koşa , birinci katta oturan dr. etienne’i bulacağımı bildiğim revire doğru yöneliyorum. kimseye rastlamıyorum, günlerden pazar, okul yarı yarıya boş, kalanlar da henüz uyuyor. doktorun basamaklarını dörder dörder tırmanırken bağırmayı da sürdürüyorum : ‘helene’i boğdum,
helene’i boğdum !..’
LOUIS ALTHUSSER
‘gerçek olarak var olmadığım için , yaşamda ben yapmacık bir varlıktan, bir hiçten ibaretim ; sevmeye ve sevilmeye , ancak beni sevmelerini istediğim ve bastan çıkarmak suretiyle sevmeye kalkıştığım kimselerden ödünç aldığım yapmacıklar ve sahtelikler yoluyla ulaşabilen bir ölüydüm..’
LOUIS ALTHUSSER
(GELECEK UZUN SÜRER – LOUIS ALTHUSSER , Çeviri : İSMET BİRKAN , CAN Yayınları , 1998..)